LİSE 3 (1. DÖNEM) FELSEFE DERS NOTLARI
ÜNİTE I:
A-FELSEFE’NİN ANLAMI:
Felsefe; phila=bilgi ile sophia=sevgi kelimelerinin bileşiminden oluşan ve bütün olarak ‘’bilgi sevgisi’’ anlamına gelen Grek kökenli bir sözcüktür. Öğrenme isteği içindeki insanın; soru sorma, sorgulama ve akıl yürütme yeteneğinin bir sonucudur. Bu açıdan Filozof da; öğrenme isteği ve çabası içindeki kişi demektir.
İnsanoğlunun bilgi arayışına girmesi; yaşadığı doğal ortam karşısındaki yetersizliğini, akıl ve zihin imkânlarını kullanarak aşma ihtiyacının bir sonucudur. Bu ihtiyaç, kendini ve içindeki yaşadığı dış dünyayı tanıma zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır.
İçinde bulunulan ortamdaki varlık ve olayların çeşitliliği, bunların incelenmesi sonucu ortaya çıkan bilgileri de çeşitli hale getirmiştir.
1.Bilgi’nin Tanımı:
Bu arayışta tarafların ne olduğu sorusuna gelince, karşımıza iki unsur çıkar. Başta; bilen ya da anlamaya çalışan ve bu konuda azim ve gayret içindeki insan(süje) ile, anlaşılma ihtiyacı içinde olunan dış dünyanın soyut-somut, canlı-cansız her türlü varlık ya da olay(obje=nesne)’dır. Kısaca söylersek Bilgi; anlamaya çalışan süje(kişi) ile anlaşılmaya çalışılan obje(nesne) arasındaki anlamlı etkileşimin sonucudur.
Felsefi anlamda bilgi’nin ortaya çıkışı ise, duyular yardımıyla elde edilen izlenimlerim akıl ve mantık yardımıyla yorumlanmasına dayanır. Bu yönüyle Felsefe tamamen kişisel bir çalışma olup, sonuçları bakımından da öznel(kişisel)’dir.
Felsefe, insanlık tarihinin bilinen en eski öğrenme çabasıdır. Bu yönüyle, henüz bilimler oluşmadan önce ortaya çıkmış ve ilerleyen zamanlarda ise bilimlerin şekillenmesine öncülük etmiştir.
Felsefe, bilinmeyeni bilinir hale getirme konusunda istekli ve gayretli filozoflar sayesinde gelişmiş ve günümüze kadar gelmiştir. İnsanoğlunun merak edeceği konular var oldukça, Felsefe de varlığını sürdürecektir.
Bu nedenle Felsefe, bazı filozofların dediği gibi‘ yolda olmak’’tır. Varmak dediğimizde ise, artık, kesin sonuçlara ulaşmış olan bilimlerden söz ederiz.
2. Bilgi Türleri:
Varlıklar dünyasındaki nesnelerin özelliklerine, onları anlamayı sağlayan zihin bağlarına(akt) ve kullanım amacına göre bilgiler çeşitli türlere ayrılmıştır. Biz burada dersimizin asıl konusu olan felsefi bilgi de arasında olmak üzere, sırayla 6 bilgi türünü inceleyeceğiz.
a)Gündelik Bilgi:
Adından da anlaşıldığı gibi; kişinin gündelik yaşantısı içinde, tamamen rastlantısal olarak elde ettiği ve sebep-sonuç ilişkisine dayanan bireysel deneyimleridir. Bu yönüyle kapsamlı olmayan teknik bilgi de sayılır. Sonuçları bakımından da, tamamen göreceli ve rastlantısaldır. Bilginin başarısı ve doğruluğu kesin değildir. Geçmişte bazı bitkilerden tedavi amaçlı yararlanılması, mevsimsel değişikliklerin havadaki görünümlere bakarak tahmin edilmesi gibi. Bunlara güvenerek hayatı düzenlemeye çalışmak tutarlı bir davranış olmaz. Çünkü genel-geçer sonuçlar içermezler. 30 kişilik bir sınıfta 3 öğrenciye soru sorarak, alınan sonucu sınıfı genel durumu olarak değerlendirmek, gibi.
b)Bilimsel Bilgi:
Seçilmiş özel ve bir tek konuyu, yine sadece kendisine ait yöntemlerle inceleyerek elde edilen sistemli, tutarlı ve düzenli bilgilerdir. Ele aldığı konuların kapsamı ve özelliği açısından düşünüldüğünde, bilgi türleri içersinde en geniş çerçeveye sahip olanıdır. İncelenen konu bakımından da, elde edilen sonuçları bakımından da nesnel(objektif) ve genel-geçer bilgilerdir. Bu nedenle Bilimsel bilgi, 3 genel başlıkta incelenmiştir:
b–1) Formel Bilimler: Duyularla algılanıp değerlendirilme imkânı olmayan soyut kavramları inceleyen bilimsel alanlardır. Sadece; kavramlarla ilgilenen Mantık ile sayılarla ilgilenen Matematik’i bu grupta olarak kabul ediyoruz. Ele alınan kavramların nesnel(somut) karşılıkları olmadığı için, bu bilimler sadece soyut form(biçim)’larla ilgilenir. İçerikle ilgilenmezler.
b–2) Doğa(Tabiat) Bilimleri: Dış dünyada olup-biten ve duyularla algılanabilen somut varlık ya da olayları inceleyen en kapsamlı bilimsel bilgi alanıdır. Somut varlıkların nesnel olarak incelenmesine dayandıkları için de, sonuçları genel-geçer(ortak) ve güvenilirdir. Fizik Bilimleri veya Fen ve Tabiat Bilimleri olarak bilinen tüm bilimler bu gruptandır. Kimya, Biyoloji, Fizik, Astronomi, Klimatoloji, Coğrafya, gibi… Bu bilimler sonuçlara ulaşmada, Determinizm=(Nedensellik-Zorunlu Gerekircilik) ilkesinden hareket ederler. Nedensellik, Doğa olayları açısından; sebep ortaya çıktığında, sonucun da kaçınılmaz olarak ortaya çıkmasıdır. En genel ve değişmez haliyle doğa bilimlerinde geçerlidir. Veya dış dünyada, benzer sebeplerin hep aynı sonuçlara zorunlu olarak yol açması demektir. Toplumsal alanda da nedensellikten söz etmemize rağmen, buradaki nedensellik doğadaki gibi kesin ve değişmez değildir. Göreceli ve değişkendir. Doğa Bilimleri deney-gözlem ve tümevarım yöntemleriyle sonuçlarını elde etmeye çalışır.
b–3) Toplumsal Bilimler (İnsan Bilimleri): İnsanı, toplumları ve genel olarak insanlığın tarihini inceleyen bilimsel alanlardır. Ele aldıkları olayları, ortaya çıktıkları zaman diliminin şartları bakımından değerlendirirler. Bu yönüyle de; somut verilere dayandıkları için bilim olarak kabul edilirler. Başta Sosyoloji olmak üzere Tarih, Ekonomi, Sosyal Psikoloji, Kültürel Antropoloji, Psikoloji, Dilbilimi, Coğrafya; bu gruptandır.
c) Teknik Bilgi: Kelime olarak san’at, beceri anlamına gelen teknik; doğadaki gizli veya işlenmemiş maddeleri ortaya çıkararak, kullanılır hale getirmek için oluşturulan bilgilerin genel adıdır. İnsan hayatını kolaylaştırmak veya güvenli hale getirmek amacıyla elde edilmişlerdir. Kaynak ve özelliğini bilip-bilmeme açısından teknik bilgiler ikiye ayrılır: Birincisi; kaynak ve özelliği bilinmeden ve bilmeye de gerek olmadan kullanılan ‘’gündelik bilgiye dayalı teknik bilgi’’, ikincisi de; kaynağı ve özelliği önceden bilinen ve bilinmesi de şart olan ‘’bilimsel bilgiye dayalı teknik bilgi’’dir. 1.si tamamen kişisel ve rastlantısal olduğundan, kaynak ve özelliğini bilmek pek gerekli değilken, 2.sinin kaynak ve özelliğini bilmek hem verimlilik, hem de güvenli kullanım açısından şarttır. Bunlar ortaya çıkama aşmasında uzun araştırma ve testlere dayandığı gibi, özelliklerini tanıma olayı kullanıcılar için de geçerlidir.
d) San’at Bilgisi: Dış dünyanın somut varlık ya da olaylarında var olduğuna inanılan soyut güzellikleri, izleyende takdir ve beğeni duyguları uyandıracak şekilde eserler ifade etmeye çalışan bilgi türüdür. Bu yönüyle hem eseri ifade eden sanatçı, hem de onları değerlendiren izleyici açısından öznel(sübjektif) bir özellik taşır. Kısacası sanatsal bilgi; akla ve kavramlara değil, yaratıcı sezgiye ve zengin bir hayal gücüne dayanır.
e) Dinsel Bilgi: Varlıklar ve olaylar dünyası ile burada geçerli olan sebeplilikleri, tamamen tanrısal bir kaynak olan vahye dayanarak açıklamaya çalışan bir bilgidir. Elde edilmesi hiçbir şekilde insan çabası gerektirmediği için, hazır bir bilgidir. Doğruluk düzeyi somut sebeplere göre değil, sadece inanca bağlı olarak belirlenir. Bilgiyi doğru kabul etmenin tek belirleyicisi İnanç’tır.
f) Felsefi Bilgi: Diğer bütün bilgi alanları konularını bölerek araştırmaya çalışırken, genel bilgi alanı olan Felsefe; herhangi bir ayrım ya da sınırlama yapmadan inceleme yapan bir alandır. Bu incelemede veri kaynağı duyuları olmakla beraber, değerlendirmeleri tamamen akıl ve mantık imkânlarıyla şekillenir. Ayrıca da sadece mevcut olanla veya nesnel olanla değil, olması gereken ve soyut olanla da ilgilenmesi yönüyle diğer bilgi alanlarından farklıdır.
Başlangıç olarak ilk ilgi alanı somut varlıklar ve olaylar dünyası olan Felsefe, bu ortamı incelemek amacıyla, Ontoloji (Varlık Felsefesi) adı verilen geniş bir araştırma alanı kurmuştur. Bu alandaki varlıkların farklı özellikler içermesi nedeniyle, 2 ayrı Varlık Felsefesi oluşturmak gerekmiştir. 1.si; gözlenebilir(somut=nesnel) varlıkları inceleyen Ontoloji(Varlık Teorisi), 2.si de; var olduğu kabul edilmekle birlikte, duyusal izlenebilirliği olmayan soyut varlıklarla ilgilenen Metafizik(Fizikötesi)’dir.
& Her durumda başlangıç itibarıyla Felsefe, insanın merak ve hayret duygusu ile soru sorma özelliğinin bir sonucudur.
Felsefe’nin Başlıca Soruları:
Varlık var mıdır, özellikleri nelerdir?
Bilgi’nin kaynağı, sınırları ve değeri nedir?
Bilimler, her şeyi açıklayarak son sınırlarına ulaşmış mıdır?
Gerçek var mıdır, varsa bilinebilir mi?
İnsan davranışını şekillendiren evrensel bir ahlak yasası mümkün müdür?
Tüm toplumların en üst düzeyde mutlu olacağı mükemmel bir devlet düzeni mümkün müdür?
Bazı varlıklara ‘’Güzel’’ nitelemesi yapmanın ölçütü nedir?
Tanrı var mıdır, yok mudur); şeklindedir.
Bu ve benzeri alanlardaki sorular, ilerleyen dönemlerde; herbiri bir soru üzerinde yoğunlaşan farklı felsefe alanlarının oluşmasına yol açmıştır.
Bu sorular da, en genel anlamda 3 büyük felsefe alanını oluşturmuştur:
*Ontoloji (Varlık Felsefesi)
*Epistemoloji (Bilgi Felsefesi)
*Aksiyoloji (Değerler Felsefesi), gibi.
İlgi alnı ve çalışma şekli bakımından Felsefe, öznel ve genel bir çalışmadır. Saptamalarındaki bu durum, onun asla bilim olmadığını ve olamayacağını göstermektedir. Soruları ortaya çıkmaya devam ettikçe, Felsefe de varlığını sürdürecektir.
Felsefi Bilgi’nin Özellikleri:
a)Felsefi bilgi, sebebi ya da özelliği henüz bilinmeyen olay ya da varlıkların araştırılmasıyla ilgilidir. İlk sebepleri araştırır.
b)Problemlerini akıl ve mantık süzgecinden geçirdiği için eleştireldir.
c)Ortaya çıkan cevaplar filozofun kişisel özellikleriyle ilgili olduğundan, öznel (sübjektif)’tir. Doğruluğu sorgulanamaz.
d)Felsefe, mevcut bilgileri yeterli görmediği için sürekli bir arayış içindedir.
e)Felsefe bilgisi sistemli, düzenli ve birleştirilmiş bir bilgidir. Konularını bir bütün olarak ele alır.
f)Felsefenin ilgi alanı çözülmemiş konular üzerine olduğundan, bilgileri kesin doğrular şeklinde değildir.
g)Felsefi bilgiler gelişerek değil, birbiri üzerine yığılarak ilerler.
h)Felsefi bilgiler herhangi bir döneme ve topluma ait olmayıp, beynelmilel ve evrenseldir.
Felsefe’de ortaya çıkan konular ve onların incelenmesi sonucu elde edilen cevaplar o kadar geniş ve çeşitlidir ki, bunlardan pek çok ilgi alanı ortaya çıkmıştır.
Başlıca Felsefe Alanlarını şöyle sıralamak mümkündür:
*Bilgi Felsefesi
*Bilim Felsefesi
*Varlık Felsefesi
*Ahlak Felsefesi
*Siyaset Felsefesi
*Sanat Felsefesi
*Din Felsefesi.
(Bu konular, dersimizin diğer temel üniteleri olarak bundan sonra yıl boyunca sırasıyla işlenecektir).
B-FELSEFE’NİN ÇEŞİTLİ ALANLARLA İLİŞKİSİ:
Buraya kadar, Felsefe’yi ve diğer bilgi alanlarını birlikte kısaca tanımaya çalıştık. Şimdi de Felsefe ile bazı bilgi türlerini karşılaştırarak, aralarındaki benzerlik ve farklılıkları görelim.
a) Felsefe – Bilim İlişkisi:
Felsefe ile bilimler arasında bazı noktalarda benzerlik, bazı konularda da farklılık vardır. Bir yönden aralarında karşılıklı etkileşimden söz edebiliriz.
a–1) Benzerlikler:
* Her ikisi de; hazır ve basmakalıp bilgilerle yetinmeyip, yaratıcı bir tavırla yeni doğrular arar.
* Her ikisi de konularını açıklamaya çalışırken, genel olarak akıl ve mantık ilkelerini kullanır.
* Her ikisi de, kendi bulduğu veya başkalarından gelen bilgileri eleştirip değerlendirmeden doğru olarak kabul etmez.
a–2 ) Farklılıklar:
* Felsefi açıklamaların somut ve doğal olgularla kanıtlanması şart değilken, bilimsel cevapların olgulara uyması ve desteklenmesi şarttır.
* Felsefe, konularını akıl ve mantık ilkelerine dayanarak bir bütün olarak ve genel yönleriyle incelemeye çalışırken, bilimler konularını bölümlere ayırır ve nesnel incelemelere dayalı somut cevaplara ulaşmaya çalışır.
* Felsefi açıklamaların genel kabul görme şartı olmadığı için varlıkları sürekli iken, bilimsel cevapların ömürleri, geçerliliklerinin devamına bağlıdır.
* Bilimler, tek-tek olayları inceleyerek genel sonuçlara ulaşmaya çalışmak anlamındaki Tümevarım( İndüksiyon) yöntemini kullanırken, Felsefe ise, genel bir doğruyu, tüm parçalar için geçerli saymak anlamındaki Tümdengelim (Dedüksiyon) yöntemini kullanır.
a–3 ) Karşılıklı Etkileşim:
Felsefe ile bilimler arasında benzerlik ve farklılığın dışında, birbirlerini desteklemek anlamında karşılıklı bir ilişki vardır. Bundan; Felsefe’nin oluşturduğu yeni cevapların Bilimlerin çalışma alanının geliştirdiğini, Bilimlerin belirlediği yeni soruların da Felsefe’ye yeni konular oluşturduğunu anlıyoruz.
Felsefe – Din İlişkisi:
Benzerlik:
* Her iki ilgi alanının da konusu; en genel bir çerçevede insanı, hayatı ve evreni anlayıp-açıklamaya çalışmaktır.
Farklılık:
* Felsefi bilgiler tamamıyla insan kökenli olup insan aklına ve muhakeme yeteneğine dayanırken, Dinsel kaynaklı bilgiler doğrudan doğruya soyut ve belirsiz bir kaynaktan gelir. Bu yönüyle Dinsel bilgiler hazır bilgilerdir.
Felsefe – San’at İlişkisi:
Benzerlik:
* Her ikisi de bir insan etkinliği olarak, varlıklar ve olaylar dünyasını yaratıcı sezgi ve hayal güçlerinin yardımı ile kavrayıp açıklamaya çalışır. Bu açıdan yeterli kültürel ve sezgisel birikime ulaşmış olmaları şarttır.
Farklılıklar:
* Fakat sanatçı anlık bir sezginin (ilham = esin) etkisiyle eserini bir defada ve bir bütün olarak ifade etmek zorundayken, filozoflar cevaplarını duyusal ve akılsal imkânlarına göre çok uzun ve zor bir sürecin sonunda belirlemeye çalışırlar.
* Ayrıca; filozof sadece karşısındaki ikna edecek doğrulara ulaşmaya çalışırken, sanatçılar eserlerini izleyenlerde beğeni ve hayranlık duygusu uyandırma çabasındadır.
* Felsefe insanda planlı ve disiplinli çalışma geleneği oluşmayı amaçlarken, sanatçının tek amacı haz duygusu uyandırmaktır.
2- Felsefe’nin Gereği:
a) Geçmişten-Geleceğe Felsefe:
İnsanoğlu var olduğu günden bugüne kadar ve geleceğe uzanan süreçte her zaman ilgi ve merakını çeken konular belirlemiş ve bunların nedenini-niçinini bulmaya çalışmıştır. Bu sayede hem bir takım şüphelerden kurtulmuş, hem de kendini ve içinde yaşadığı ortamı tanıyıp daha rahat ve güvenli bir ortam edinmiştir. Bugünkü anlamda bilimlerin henüz oluşmadığı o günlerde felsefi nitelikli bu çabaları olmasaydı, şu an ulaştığı düzeyi asla yakalayamazdı.
Bir insan etkinliği olan Felsefe; içinde bulunduğu ortamı ve mevcut bilgileri geniş bir çerçevede sorgularken, kendinden önceki bilgi ve fikirleri de inceler ve onlara değer verir. Dolayısıyla felsefe, hoşgörü ve evrensel düşüncenin gelişmesine katkı sağlar.
Günümüz Felsefesi artık doğa ve varlıklar dünyası ile ilgili sorunlarını az-çok çözmüş görünüyor. Daha çok, hala belirsizliğini koruyan soyut ve metafiziksel konulara yoğunlaşmıştır. Her durumda, insanoğlu yeni sorular bulmaya devam ettikçe, felsefe ile uğraşmayı da sürdürecektir.
b)Felsefe ve Metafizik:
Felsefe’nin ortaya çıktığı ilk günden beri var olan Metafizik; varlıklar ve olaylar dünyası araştırma alanında, duyuların görüp-gösteremediği fakat aklın varlığını kabul ettiği soyut kavram ve süreçlerle ilgilenen bir Varlık Felsefesi altbölümüdür. Kelime anlamı fizikötesi demek olup; bilinen somut fiziksel ortamın dışında, ötesinde olan anlamına gelir. Aristo adlı ilkçağ yunan filozofunun, fiziğe ait olanlarının grup adını belirlemek için ortaya atılmış bir kavramdır.
Bu alanda ortaya çıkan çalışma ve sonuçlarının çeşitliliği, Metafiziğin 2 farklı çerçeveye ayrılarak incelenmesi gereğini doğurmuştur.
b–1) Alanlara Ait Metafizikler: Alman düşünür İmmanuel KANT tarafından yapılmış bir gruplandırmadır. Temel anlayışı olan akılcılığı, metafiziksel değerlendirmelerinde belirleyici olarak ele almıştır. Genel olarak 3 alan üzerinde durmuştur:
*Rasyonel Kozmoloji (Akılcı Evrenbilim):Evrendeki varlık ve olayların köken amaç ve özelliklerini, tamamen akılcı bir yaklaşımla incelemeye çalışmıştır.
*Rasyonel Teoloji (Akılcı Tanrıbilim=İlahiyat):Tanrısal konuları, hayatın amacını, evrendeki sebeplilikleri, akla bağlı kalarak değerlendirmeye çalışmıştır.
*Rasyonel Psikoloji (Akılcı Ruhbilim):Kapalı bir kavram olan ruhu ve ruhsal etkileşimleri akıl ve mantık ilkelerine dayanarak açıklamaya çalışmıştır.
*Rasyonel Etik (Akılcı Ahlakbilim):Ahlaksal ve kültürel konulara akılcı bir yaklaşım getirmiştir. Görev veya ödev ahlakı gibi.
b–2) Sistem Felsefelerine Ait Metafizikler:
Bunlar da birinciler gibi akılcı, yapma ve kurmacadır.
*Tarihsel Materyalist (Maddeci) Metafiziği – Karl Marx
* Geist (Mutlak Ruh)Metafiziği – Wilhelm Friedrich Hegel
*İsteme (İrade)Metafiziği – Arthur Schopenhauer
*Çift Cevher (Töz)Metafiziği – Rene Descartes
*Problem Metafiziği (Akıl dışılık ve çözümsüzlük üzerine) – İmmanuel Kant; gibileri başlıcalarıdır.
&İnsanoğlunun görsel ve nesnel olarak çözemediği, fakat aklını kurcalayan konu ve varlıklar olmaya devam ettiği sürece; metafizik de bir Varlık Felsefesi alanı olarak varlığını sürdürecek gibi görünüyor.
ÜNİTE II:
BİLGİ FELSEFESİ=TEORİSİ-(EPİSTEMOLOJİ) :
Felsefe’nin geçmişine baktığımızda, oldukça genç bir alandır. İngiliz filozof John LOCKE ve Alman filozof İmmanuel KANT bu yeni alanın başlatıcıları kabul edilmektedir.
1- Bilgi Teorisi(Kuramı): Felsefe Tarihinde; Bilgi Felsefesi, Bilgi Teorisi(Epistemoloji) adıyla da bilinir. Bu alan, bilgi konusuyla ilgili olarak, daha önce ele alınmayan şu yeni konular üzerinde durmuştur:
*Bilgi’nin kaynağı sorunu: Bilgilerin nerelerden ve hangi yollarla elde edildiği sorgulanmıştır.
*Bilgi’nin sınırları sorunu: Bugüne gelinceye kadar hangi bilgilerin hangi boyutta elde edildiği araştırılmıştır.
*Bilgi’nin değeri sorunu: Elde edilen bilgilerin kapsayıcılığı, geçerliliği ve pratikteki değeri incelenmiştir.
a) Bilgi Teorisinin Temel Kavramları: Ortaya atılan problemlerde genel olarak; süje(kişi),obje(nesne-varlık), bilgi, gerçek, hakikat, doğru, temellendirme, vb. gibi kavramlar üzerinde durulmuştur.
b)Bilgi Teorisinin Temel Soruları: Bunlar genel olarak iki grupta toplanır.
*Bilgi’nin Değeri ile ilgili olanlar:
-Bilgi, varlığın doğru bilgisi midir?
-Bilgi, gerçeği verebilir mi?
-Hakikat var mıdır, varsa bilinebilir mi?
-Bilgilerimiz kesin midir?
-Bilgi doğru ise, bunun ölçütü(belirleyicisi)nedir? gibi.
*Bilgi’nin Kaynağı ile ilgili olanlar:
-Bilginin kaynağı nedir, oluşumunda hangi faktörler etkilidir, nasıl meydana geliyor?
-Gerçeği bilmek mümkün müdür, bu gerçek ile günlük hayattaki gerçek aynı mıdır?
Bilgi ve Teorisi, bu ve benzeri sorularını açıklarken belli ölçütlere ve dayanaklara bağlı olmak zorundadır. Bu durum, filozofu; açıklamalarını ‘’Temellendirme’’ zorunluluğuna taşır. Temellendirme; cevabı veren yargıların gerekçelerini göstererek, çıkarım(akıl yürütme)’larla doğrulanmasıdır. Böylece; gerçeğe uygun bilgi olan, doğru bilgi’ye ulaşılır.
Bilginin ölçütleri, gerçeğe uygunluğu ve kaynağı konusunda Felsefe Tarihinde farklı görüşler oluşmuştur:
*Akla dayanan bilgi doğrudur : (Rasyonalizm-Akılcılık)
*Deneye dayanan bilgi doğrudur : (Empirizm-Deneycilik)
*Fayda’ya dayanan bilgi doğrudur : (Pragmatizm-Faydacılık)
*Olgu’ya dayanan bilgi doğrudur : (Pozitivizm-Olguculuk)
*Sezgi’ye dayanan bilgi doğrudur : (Entüisyonizm-Sezgicilik)
*Fenomen’i dile getiren bilgi doğrudur : (Fenomenoloji-Olaycılık)
Bunlar aynı zamanda, sadece kendini haklı ve dayanaklarının daha uygun olduğunu savunan dogmatik(=sabit ısrarcı) düşünceler olarak da kabul edilmektedir.
2-Mantık: Bilgi Felsefesinde, ayrılamaz bir alan olan Mantık, aynı zamanda genel anlamda Felsefe’ye yöntem sağlayan bir alandır. Mantık; bilgiyi çözümleyip doğru düşünerek tutarlı çıkarımlar yapma imkânı sağlar. Bunu yaparken önermelerin içerikleriyle değil, sistemsel çerçeveleriyle ilgilenir. Mantık açısından bilgi’nin Form(biçim)’ları önemli olduğu için, biçimsel (formel) bilim sayılmaktadır. İçerikle ilgilenmek Bilgi Teorisinin işidir.
B- BİLGİ TEORİSİNİN TEMEL PROBLEMİ:
Felsefe içinde bilgi’nin ele alınışının yeni olması tamamen kayıtsızlığa dayanır. Yoksa bilginin kendisi çok eskidir ve ele alınan ilk konudur. Başlangıçta sadece elde edilmeye çalışılan bilginin kaynak, sınır ve güvenirliğinin gündeme gelmesi; belli bir birikime ulaşmayı gerektirmiştir. Bilgi Teorisinin ilk ve en önemli konusu; doğru, tam ve güvenilir bilginin mümkün olup-olmadığı sorunu yani, bilginin imkânı konusudur. Bu konuda birbiriyle çatışan iki farklı düşünce grubu ortaya çıkmıştır. Önce, olaya olumsuz bakan grupları inceleyelim:
1-Doğru Bilgiyi İmkânsız Görenler (Septikler-Şüpheciler):
Bu grupta yer alan filozoflar pek çoğu, duyuların yanıltıcılığı temel düşüncesinden hareketle, tam ve doğru bilgiye ulaşmanın genel anlamda imkânsız olduğunu savunmuştur. Bu nedenle, (şüpheci=kuşkucu=septik) olarak bilinirler. Aslında şüphecilik çok geniş bir sistemdir. Bir tarafta; doğru bilgiye asla ulaşamayacağımızı ve bu nedenle ortak genel doğrular aranmaması gerektiğini savunan Asıl Septikler, diğer tarafta ise şüpheyi bir süre devam ettirip, doğruya ulaşmada araç olarak kullandıktan sonra terk etmek gerektiğini savunan Yöntemsel=Metodik Septikler yer alır. Birinci gruptaki şüphecilik; Zenon, Parmenides, Demokritos ve Sofistlerde görülür. Eski Yunan’daki felsefe okullarından Elea Okulu oku filozofları olan Parmenides(M.Ö.540–480) ve Zenon(M.Ö.490–430) Kuşkucu=Şüpheci anlayışın kurucuları sayılır.
Parmenides’e göre öncesiz-sonrasız ve değişmez varlık olan ‘’Gerçek’’in bilgisine duyularla ulaşılamaz. O’na göre asıl gerçek; ‘’Bir’’dir. Değişme, çokluk, çeşitlilik; sadece görünüştür ve bu da yanılgıdır. Gerçeğin bilgisine sadece kişisel bir imkân olan ‘’Düşünme’’ile ulaşılabilir.
O’nun öğrencisi olan Zenon da, evrende nesnelerin çokluğuna ve hareketin imkânına karşı çıkmıştır. Çünkü çok olan, sonlu ve sınırlıdır. Oysa sayılar ‘’Bir’’ dir ve sonsuz-sınırsızdır. Çünkü sayı dışındaki nesneler birbirini sınırladığı için sonludur. Her nesne en yakınındaki ile sınırlıdır. Zenon; hareketin imkânsızlığını şu paradoks ile açıklıyor: Başlangıç ile bitiş arasındaki çizgi, noktalardan oluşur. Nokta evrende alansızlık ve hareketsizlik olduğundan, iki nokta arasındaki mesafe bile aşılamaz. (=Ok Paradoksu). Aichilleus(Aşil) paradoksunda ise; rüzgârdan bile hızlı bir atlet olan Aşil, kaplumbağa ile olan yarışında, başlangıçta kaplumbağa önce başlama izni veri. Fakat alınan mesafenin yarısını kat ederken diğeri yeni bir mesafe daha gittiğinden; her yeni mesafe, kapatılmaz bir fark olarak kalacak ve atletimiz kaplumbağaya asla yetişemeyecektir. Burada temel ilke, bölünebilirliğin sonsuzluğudur.
Duyulara güvenmeyen diğer ilkçağ yunan düşünürü ise, Atomcu Okulun kurucusu sayılan Demokritos’tur. Ona göre; duyulardan gelen bilgi, hatalı ve karanlıktır. Asıl gerçeklik olan Atomlar, sadece akıl ile anlaşılabilir.
İlkçağ yunan felsefesinde duyulara güvenmeyen bir başka kuşkucu grup da; Sofistler(=bilgelik iddiası içinde olmak, aslında sadece bilgiç)’dir. Varlıkların ne olduğu konusu, herkese göre değişen farklı yargılardır. Çünkü duyulardan gelen bilgi sadece sanı’dır(=Rölativizm-Görecelilik). O’nlara göre; her şeyin ölçüsü İnsan’dır. Bu nedenle, üzerinde uzlaşılacak genel-geçer doğrular olamaz. Sofistler bu düşüncelerini;’’Gerçek yoktur, olsa da bilinemez, bilinse de başkalarına öğretilemez’’ şeklinde ifade etmiştir.
Felsefe Tarihinde Şüphecilik(=Septisizm); tam bilgi karşıtlığı olarak, 3 ayrı grupta ortaya çıkmıştır:
*Asıl(=Eski) Şüphecilik, *Akademia Şüpheciliği, *Duyumcu(=Sensüalist) Şüphecilik, şeklinde…
Eski Şüpheciliğin temsilcileri sayılan Pyrron ve Timon; duyuların yetersizliği veya fiziksel şartlar nedeniyle duyulardan gelen bilginin eksik ya da hatalı olabileceğini, bu nedenle güvenilir olmadığını savunur. Bunlar sayesinde elde edilen kavram ve düşünceler de yanıltıcıdır. Düşünerek varlığın özünü kavramaya çalışmak, insanı kaygı ve kuşkuya götürür. Bu nedenle; yargıda bulunmaktan kaçınmalıyız, diyorlar. Duyumcu(=Sensüalist) Şüphecilik; doğru bilgiyi belirleyecek hiçbir ölçütün olamayacağını savunan Akademia Şüpheciliğinden öncedir. Temsilcisi Sektus Emprikus’a göre duyusal imkânların kişiye göre değişmesi, algıda da farklılık oluşturur. Bu nedenle uyarı aynı olsa da, insanların tepkileri yani algı değişik olur. Dolayısıyla duyular sayesinde ortak, doğru ve güvenilir değerlendirmeler yapılamaz.
Bu şüpheci yaklaşımlar, saplandıkları şüpheyi sonsuz bir amaç olarak gören ve doğru-tam bilgiye asla ulaşılamayacağını iddia eden gruplardır. Oysa Yeniçağ’da ortaya çıkan Fransız düşünür Rene Descartes, Şüpheyi; doğru ve güvenilir bilgiye ulaşabilmenin bir aracı olarak görmüştür. O da başlangıçta duyulardan gelene güvenmez fakat bunları tümüyle reddetmeyip, sadece veri olarak kullanır. Duyusal veriler daha sağlam bir dayanak ile değerlendirilerek güvenilir hale getirilmelidir. Çünkü O’na göre, insan tarafından sonradan edinilen tüm bilgi ve deneyimler eksik ya da hatalıdır. Bunları destekleyecek olan ise; insanın doğuştan sahibi olduğu ve asla varlığından şüphe duyamayacağı,’’düşünebilmesi ve şüphe edebilmesi’’dir. Bu duygu, edinilmiş olmadığı ve daha sağlam bir kaynak tarafından verildiği için güvenilirdir. Artık bu duygu sayesinde duyulardan gelen verileri sağlam olarak görebiliriz. Bu, aynı zamanda kendi varlığımızı da gerçek anlamda fark etmemizi sağlar. ‘’Düşünüyorum; o halde, varım’’(=cogito ergo sum) sözünün temeli bu yaklaşımıdır.
2- Doğru Bilgiyi Mümkün Görenler(=Dogmatikler): Bunlar her hangi bir kaynak sayesinde doğru ve tam bilgiye bir şekilde ulaşılabileceğine inanan felsefi düşüncelerin ortak adıdır. Dogmatizm de aslında kendi başına bir sistemdir. Bu düşüncelere ad oluş sebebi, inandıkları yönteme ve bu yolla edinilen bilgiye sonsuz ve tek bilgi olarak ısrarla bağlı kalmayı sürdürmeleridir. Dogmatizm’in temeli de budur. (İnakçılık=Nassçılık)
2-a)Rasyonalizm(=Akılcılık): Tam, güvenilir ve genel-geçer bilgiye ulaştıracak tek kaynağın akıl olduğunu, ısrarla ve sonsuzca savunan felsefi düşüncedir. Akıl aynı zamanda, mevcut bilgilerin doğruluklarını belirlemek için de uygun olan tek kaynaktır. Doğru bilgiye, akıl sayesinde düşünme ve onun en güvenilir yöntemi olan tümdengelime dayalı akıl yürütmelerle(=çıkarım) ulaşılabilir. İlkçağdan günümüze doğru en ünlü temsilcileri; Platon(Eflatun), Aristo, Farabi, Descartes ve Hegel’dir.
Platon’ a göre, 2 farklı varlık ortamı vardır. Biri sadece duyuların algıladığı ve aslında tamamen yanıltıcı olan sanılar(=doxa- hayal) evreni, diğeri ise sadece akılla kavranan ve bu görüntülerin asıl kaynaklarından oluşan idealar (fikirler) evrenidir. Bizim nesnenin varlığını fark edip gerçekliğine inanabilmemiz için, doxa ile ideanın buluşup bütünleşmesi gerekir. Aslında Platon bu yönüyle gerçekte, İdealizm(=mükemmel fikircilik)’ gider.
O’nun öğrencisi olan Aristo ise, ideanın bilgisine metafizik ile değil akıl ve mantık ile ulaşılabileceğini savunarak ayrılmıştır. Dolayısıyla tam Rasyonalizm, Aristo’da görülüyor. Aristo genel bir ilke olan İdea(=fikir) yerine, tekil ve bireysel olan Aklı(=Rasyona-ration) almıştır. Tekilin bilgisine genelin bilgisinden, aklın en güvenilir yöntemi olan tümdengelim(=dedüksiyon) yolu ile ulaşılabilir. Çünkü özelin bilgisi, aslında genelin bilgisini de içerir. O nedenle;
‘’Tüm insanlar ölümlüdür,
Sokrates insandır,
O halde Sokrates de ölümlüdür’’ yargısı bu yönden sağlam sayılmalıdır. (=Akılyürütme-Kıyas-Çıkarım)
İslâm dünyasının Ortaçağ’da yetişen önemli filozoflarından Farabi de Platon’un etkisinde, fakat sonraları daha Aristocu yaklaşım sergilemiş bir düşünürdür. O’na göre üç çeşit bilgi vardır:
*İlk bilgiler: Duyulardan gelen ve mantıksal çıkarım yapmak için kullanılan öncülledir. Herkes kabul eder ve kullanır. Doğruluk ya da yanlışlık söz konusu değildir.
*Mantıksal çıkarımlara dayanan bilgiler: Doğru görülse de, tam doğru sayılamaz.
*Onaylanmış(=tasdiki) bilgiler: Doğrulukları deneyle de ispatlanmış akli bilgilerdir. Gerçek yargıyı ifade eder, artmaz ve eksilmez.
Rene Descartes; Akılcılığın Yeniçağ’daki en ünlü temsilcisidir. Apaçık olması sebebiyle Matematik’e önem verir.
Apaçık bilgiye nereden ve nasıl ulaşacağını araştırır. Giderek, özellikle duyulardan gelen bilgilerden kuşku duymaya başlar. Daha sonra ise; şüphe duymadığı ve rahatça güvenebileceği, düşünebiliyor olduğunu fark eder. Diğer duyu verilerini bu sayede denetleyerek, doğru olup olmadıklarını belirlemeye başlar. Bu, O’nun şüphesinin de sonu olur.
Wilhelm Friedrich von Hegel; Almanya’da Rasyonalizm’i zirveye çıkarmıştır. O; deneye başvurmadan sadece akıl ile tam ve doğru bilgiye ulaşabileceğine inanır. Her nesnenin(obje) arkasında bir fikir(idea) olduğunu, bunun da sistematik olarak akıl ile bulunabileceğini söyler. Her gerçek akla uygun, her akla uygun olan da gerçektir. Bu yaklaşım tamamen fikre dayanan döngüsel bir yöntem ile doğruya götürür. (=Diyalektik İdealizm)
2-b) Empirizm(Deneycilik) : Tam ve güvenilir bilgiye sadece deney yoluyla ulaşılabileceğini savunan felsefe yaklaşımıdır. İnsan zihnindeki her bilginin kaynağı deney ve tecrübedir. Başlıca temsilcileri, David Hume veJohn Locke’ dur.
Locke, insan zihninin dünyaya geldiğinde tamamen boş bir levha gibi olduğunu(tabula rasa-boş levha), hayatı süresince bilgi ve deneyimler edinerek bunu sonradan doldurduğunu savunur. O’na göre, zihnin duyum (sensation) ve yansıtma (refleksiyon) şeklinde 2 gücü vardır. Biri dış algı, diğeri iç algı(sezgi)’dır. Deney ve tecrübeden gelen pasif algılar, zihin gücü sayesinde (refleksiyon) sistemli hale gelir. Zihin; karşılaştırma, tasavvur ve soyutlama faaliyetinden sonra duyumları bilgiye dönüştürür.
David Hume; Empirizm’i şüpheciliğe yaklaştırmıştır. Ona göre bilginin kaynağı, izlenim(expression)’lerdir. Bunlar duyulardan gelir. Düşünce; canlılığını yitirmiş izlenimdir, yani tasavvurların hatırlanmasıdır. Akıl ve mantık ilkelerinin kaynağı da budur. Nedensellik ilkesinin kaynağı, tekrarlarla kazanılan alışkanlıklardır(tutku-passion). Sık görülen ve tekrarlanan izlenimler, zihnin benzer durumları çağrıştırma yeteneği edinmesini sağlar. Çağrışım; insanda oluşan inanca dayanan sezgisel bir durumdur.
2-c) Kritisizm (Eleştiricilik-Tenkitçilik): En ünlü temsilcisi, Alman düşünür İmmanuel Kant’ tır. O’na göre insan, fenomenler (görüngü) dünyasını zihin imkânlarıyla bilir. Fakat bunlar açık ve kesin olmakla birlikte, numenler (asıllar) dünyasını açıklayamaz (Platon’daki idea, Kant’ta numen olmuş). Bilgiyi oluşturan, anlama yetisi(akt)’dir. Bilginin malzemesi, deneyden gelen (a posteriori) verilerdir. Zihin, bunları bilgi haline getirmek için biçimlendirmelidir. İşte akılda doğuştan ( a priori) bir yeti olan anlama, bunları biçimlendirerek bilgi haline getirir. Bunlar, Kant’ın kategori adını verdiği ve üçerli dört gruptan oluşan 12 kategoridir.
2-d) Entüisyonizm (Sezgicilik): Rasyonalizm’e bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Kurucu ve en çok bilinen temsilcisi, Fransız filozof Henry Bergson’ dur. Aslında bu düşüncenin izleri, 10.yy.da yaşamış İslam bilgini Gazali’ye kadar uzanır. Gazali’ ye göre, doğru bilginin kaynağı duyular ve akıldır. Bunların da öncesinde sezgi daha tam ve güvenilir bilginin kaynağıdır. Gazali’de sezgiyi sağlayan soyut olgu kalp gözüdür ve tanrı’nın sevgisini kazanarak bunun işlevselliğinin sağlanması gerekir.
Bergson’ a göre hayat, ardı ardına ve kesintisiz devam eden sürekli bir oluştur. Bu oluş kendini atılımlarla gösterir. Bunu akıl ve zekâ ile değil, sadece sezgilerimizle kavrarız.(Elan Vital=Hayat Hamlesi).Sezgi, hayatı içsel anlamadır.2-e) Pozitivizm (Olguculuk): Doğru bilgiye ancak, asıl gerçeklik olan olguları inceleyerek ulaşılabileceğini söyleyen düşünce sistemidir. Bu anlayışa göre, metafizik çabalar sonuç veremeyeceği için gereksizdir. Çünkü deney ile denetlenemeyen cevaplar anlamsızdır. Bu sistem, Fransız düşünür ve bilgin Auguste Comte tarafından temellendirilmiştir. O’na göre biz, ancak duyularla izlenebilen fenomenleri inceleyebiliriz. Bu sayede sadece olayların görünümünü değil, oluşlarının arkasındaki genel yasalar da kavranmış olur. Comte’ a göre varlıklar dünyasının değişimi ile toplumsal değişimler arasında bağıntı vardır.
Bu düşüncesini, 3 Hal Kanunu adını verdiği bir sistem ile açıklar:
*Teolojik dönem ve aşama: Olaylar, her şeyin üzerinde olan olağanüstü bir güç tarafından açıklanmıştır.
*Metafizik dönem ve aşama: Olaylar, nesnelerde var olduğuna inanılan soyut güçlere göre açıklanmıştır.
*Pozitivist dönem ve aşama: Olaylar, onları oluşturan somut nedenlere dayanarak açıklanmaya başlanmıştır.
& Pozitivizm; Olaylar arasında değişmez ilişkiler kurarak onların önceden kestirilebileceğini söyler.(Determinizm)
2-f) Analitik(Çözümleyici) Felsefe: Bilimsel açıklamaları veren önermelerin, gündelik anlamlarıyla gerçek düzeyinde açıklanıp anlaşılamayacağını; bunun için onların mantıksal dil çözümlemelerinin yapılması gerektiğini savunan felsefi anlayıştır. Bu akımın kurucusu, aslında bir dilbilimci olan alman düşünür Ludwig von Wittgenstein’ dir. O’na göre, dilin ifade özellikleri ile varlıkların gerçeklikleri arasında ilişki vardır. Olguların özellik ve sebeplilikleri, önermelerin mantıksal yapısı içinde gizlidir. Biz de, mantıksal yöntemler yardımıyla önermelerin dil çözümlemesini (analizini) yapmalıyız. Bu yönüyle dil, olguların başarılı birer resmidir. Fakat sonraki dönemlerde dili her şeyin üzerinde görme anlayışını terk ederek, sadece bir alet olarak kabul etmeye başlamıştır. Yani, sadece dilin kullanılış biçimlerini incelemeye yönelmiştir.
2-g) Pragmatizm (Faydalı Davranışçılık): Varlıklar ve olaylar dünyası hakkındaki bilgilerin tam ve mükemmel oluşları, onların gündelik hayatta sağlayabildikleri pratik fayda ile belirlenir. Bu anlayışın bilinen ünlü temsilcileri, İngiliz bilim adamları William James ve John Dewey’ dir. James’ e göre gerçek olan, aynı zamanda faydalı olandır. Doğa bilimleri alanında elde edilen bilgilerin doğruluk ve güvenilirlikleri, onların sağladığı tahmin ve fayda imkânına göre belirlenir. Dinsel bilgiler bile, verebildiği manevi teselli ve doyum oranına göre doğru veya yanlış olarak değerlendirilir. Ancak bu şekilde gerçeğin ne olabileceği konusundaki tereddüt ortadan kaldırılabilir. Çünkü normalde, gerçeğin zihinde pek çok değişik görünümleri vardır. Bu yönüyle James, plüralist (çokçu)’tir.
John Dewey ise, James’in pragmatizmini daha da ileri götürerek; düşüncenin, çevreye uyumu ve hayattan faydalanmayı sağlayan bir alet olduğunu iddia etmiştir. (Aletçilik-Enstrümantalizm). O’na göre, gerçek olanın bilgisi, hareketin bilgisidir. Doğru ve tam bilgi, gerçekleşen ve fayda sağlayan bilgidir. (=pratiğin önemi açısından vurgu).
2-h) Fenomenoloji (Görüngübilim-Özbilim): Kurucusu, Edmond Husserl’ e göre gerçek olan, insanın bilebileceği varlık(fenomen)’tır. Fenomen, bilincin kavradığı ve bilincin kavradığı kadar var olan varlıktır. Fenomenler, gözlenip algılanabildiği ölçüde gerçektirler. Fenomenler, dinamik bir bilinç tarafından indirgeme (redüksiyon) metodu ile belirlenir. Bu; bilincin, kendisi dışındakileri paranteze almasıyla uygulanır. Paranteze alma, 3 yolla gerçekleşir:
* Tarihle ilgili: Hayat, çevre, din, bilim, vb. kaynaklardan gelen bilgiler dışta tutulur.
* Varoluşla ilgili: Nesnelerin gerçekten var olup-olmadığı konusundaki sorular dışta tutulur.
* İde’ (fikir)lerle ilgili: nesnelerin uzay ve zaman ile ilgili belirlenimleri dışta tutulur.
Bu paranteze almalardan sonra geriye saf bir şey kalır ki o da, nesnenin kendisidir. (FenomenÜNİTE-III
BİLİM FELSEFESİ:
A-BİLİM FELSEFESİNE GİRİŞ:
Bu, kendisine bilim’i konu olarak alan felsefe bölümüdür. Bunun felsefede ele alınışı yenidir. Bilimde görülen gelişmeler etkili olmuştur.
1-Bilimin Tarihte Gelişimi: Bilimler bugünkü sınırlarını belirlemeden önce felsefe’nin çerçevesi içinde ele alınmıştır. Fakat zamanla soruların cevapları belirlenip değişmez sonuçlar elde edildikçe, ilgili cevaplara ait uzmanlık alanları oluşmuştur. Bu alanlar birer-birer felsefe’den ayrılarak bağımsız hale gelmiştir. 15.-16.yy.dan itibaren Rönesans ile birlikte gök cisimleri incelenmeye başlamıştır. Özellikle fizik ve astronomi gelişmiştir. Deney ve gözlem yöntemine dayalı bu gelişmelerden sonra, yöntem bilincinin oluşmasıyla matematiğe yer verilmeye başlanmıştır. Günümüzde yöntem ve teknolojilerin büyük bir gelişme göstermesi yeni kurallar getirmiş, determinizm’in sınırları dağılarak ihtimaller önem kazanmıştır.
2-Bilimin Felsefe’nin Konusu Oluşu: Bilimlerde ortaya çıkan hızlı gelişmeler, felsefe’nin buna ilgi göstermesine yol açtı. Böylece felsefe, bir bölümünü bilimlerle ilgili konuları incelemeye ayırdı. Böylece Bilim Felsefesi adlı alan ortaya çıkmış oldu. Bu alan, bilimin mantığını bulmaya çalışır. Buna bağlı olarak sembolik mantık gelişti. Sembolik Mantık, dilsel anlatımları matematik sembolleriyle anlatma çabasından kaynaklanmıştır. Günümüzde bilgisayar teknolojilerindeki gelişmeler, sembolik mantığın uygulama alanını genişletmiştir. Bütün bunlara rağmen felsefeyi sadece bilimler üzerinde düşünce üretiyor kabul etmek, düşüncenin ufkunu sınırlamaya çalışmak olur. Hâlbuki geniş anlamda Felsefe; Bilinen şeylerin muhtevasını yani kapsamını, bilinmeyenlerin de bilinebilirlik imkânını araştıran bir zihinsel insan çabaları alanıdır. Kendisi ise bir bilim değildir.
B-BİLİM’E FARKLI YAKLAŞIMLAR:
Bilim, filozoflar tarafından farklı şekillerde ele alınmıştır:
1- Ürün Olarak Bilim: Bu yaklaşıma göre; bilimi anlamak için, tamamlanmış bilimsel eserleri ve ürünleri anlamak gerekir. Bunu yaparken, bilim adamının özellikleri dikkate alınmamalıdır. Bilimsel metinler günlük dil ile yazıldığından, felsefede araştırma yapılırken bunlar mantıksal semboller haline getirilirler. Bu mantıkçı pozitivizm, Reischenbach ve Carnap’ ta görülür. Reischenbach’ a göre Felsefe, her türlü araştırma ve temellendirmeyi, sembolik mantığın tekniği ile yapmalıdır. Bilimsel metinlerin anlaşılması, onu ifadede kullanılan dilin çözümlenmesine bağlıdır. Mantıksal önermelerin doğruluğu, gerçekliğine değil, anlamlılığına dayanır. Bu önermelerin gözlenemez şeylere ait olanlarının anlamlılığı, gözlemlere dayalı olanların sonuçlarına benzemesiyle gerçeklik kazanır(=Analoji-Benzetme Metodu).
Carnap da mantıksal önermenin; bilgiyi denetlemek değil, çözümlemek için kullanılan bir alet=organon olduğunu söyler. Böylece deney yoluyla elde edilen önermeler çözümlenmeye çalışılır. Bunu sağlamak için dili sentaks açısından inceleyerek, önermeler arası ilişkiyi belirlemek ister. Daha çok kıyasta kullanılan bu yöntem, önermelerin birbiriyle bağlantısını ifade eder.
Carnap’a göre iki çeşit doğrulama yöntemi vardır:
*Doğrudan (direkt) Doğrulama: Günlük dildeki bir önermenin bizzat gözlenerek denetlenmesidir.
*Dolaylı (endirekt) Doğrulama: Burada verilen önermeler, mantıksal işlemler ile denetlenir. Önermeler cümle yapısı bakımından birbirine indirgenerek incelenir. Carnap’ a göre dolaylı doğrulama kesin ve tam değildir. Doğrulama ancak kısmi olabilir ve bu da pekiştirmedir. Burada önermelerin olgulara uygunluğu değil, dil ile nesneler arasındaki ilişkinin dil sınırları içinde tutarlılığı önemlidir.
2- Etkinlik Olarak Bilim: Burada bilim bir ürün değil, bilim adamlarının çabası olarak ele alınır. Bu durumda, bilimi anlama için, bilim adamlarını incelemenin yeterli olacağına inanılır. Bunu savunanlardan S.T.Kuhn’ a göre, bilim adamlarını incelerken, paradigma(değerler dizisi) yöntemine başvurulmalıdır. Paradigma, gerçekliğin ortak terimlerle algılanıp açıklanmasını sağlayan kavramsal çerçevedir. Bilimsel bir alanda dağınık olarak yapılan çalışmalar paradigma sayesinde düzenlenir. Paradigmalar bilimsel çalışmalarla belirleyici ve şekillendirici birer çerçeve durumundadır. Paradigmalar, çözümde yetersiz kalınca, yerini bir başkasına bırakır. Her paradigma, kendi başına bir anlam ve çerçeveye sahiptir. Paradigmalar arasında iyi olma değil, başarılı olma aranır. İlerleme, bir paradigma içinde olur. H.Toulmin ise, bilimsel teorilerin problemleri çözebilirlik yeterliliği olanlarını kabul eder. Problemi çözemeyen teoriler bilimsel hayattan ayrılırlar. Dolayısıyla, bir teorinin gücünü kaybetmeden özelliğini sürdürmesi, bilim adamlarının sürekli çabalamasına bağlıdır.
C- BİLİM FELSEFESİNDE KLASİK GÖRÜŞ VE ELEŞTİRİSİ:
1- Bilime Klasik Görüş Açısından Bakış:
a) Klasik Görüş Açısından Bilim: Burada bilimin dayandığı temel görüşler şunlardır:
*Bilim, gerçek dünyayı araştırma çabasıdır. Bu dünyanın doğruları, düşünceden bağımsızdır.
*Gerçek dünyanın ancak bir bilimi olabilir. Dar alanlı bilimler, geniş alanlı olanlara indirgenebilir. En kapsamlısı Fizik bilimi olacaktır.
*Bir doğrulama ve keşif mantığı vardır. Keşiflerin gerçekleştiği psikososyal ortamı mantıksal temelden ayırmalıyız.
*Bilimler yığılarak doğrusal bir çizgide ilerler. Bu ilerleyişte yanlış bilgiler terk edilir. Kalanlarına dayanarak daha geniş cevaplara ulaşılır.
*Bu birikerek ilerlemenin sonunda, mükemmel bir bilim ortaya çıkacaktır. Böylece gerçek dünyaya ait her şey açıklanmış olacaktır.
Bilim Felsefesinde bu anlayış A. Comte tarafından Pozitivizm(Olguculuk) olarak ortaya çıkmıştır. Bilimsel gelişmelere dayanarak ortaya çıkan Mantıkçı Pozitivizm de aynı açıklamaları benimser. Yalnız bir noktada ayrılmış ve tam ispat olamayacağını savunarak bilime sınır çizmeye çalışmıştır.
b)Klasik Görüş’te Bilimi Niteleyen Özellikler:
*Bilimsel Bilginin Özellikleri:
Olgusallık, Mantıksallık, Nesnellik(Objektiflik), Eleştiricilik, Genelleyicilik
*Bilimsel Yöntemin Özellikleri:
Bilim, evreni açıklamak için olguları tasvir etmeye ve açıklamaya yönelir. Bilimsel yöntem, bunun yollarını içeren bir süreçtir. Bu nedenle bir yünden zihne, diğer yönden eyleme aittir. Tasvir aşamasında olgular arası ilişkiler belirlenip sınırlanır. Bunun için deney ve gözleme başvurulur. Açıklama aşamasında ise belirlenen olgular ve deneysel genellemeler, teorik kavram ve genellemelerle anlaşılır hale getirilir. Deneysel genellemeler ile teorik genellemeler birbirinden farklıdır. Birincisi, tek-tek olguların gözlenmesinden (tümevarımla) elde edilir. İkincisi ise bu genellemeyi açıklamaya çalışan kavramsal genellemedir. Olgular arasındaki ilişkiyi teorik olarak ortaya atmaya Buluş, bunlardan denetlenebilir sonuçlar çıkarmaya da doğrulama adı verilir.
*Bilimsel Hipotezin (öngörü) Özellikleri: Bilimsel açıklama (hipotez) bir olgunun oluş nedeninin ortaya konma sürecidir. Tasvir, bir olayın oluş aşamalarını sırayla kaydetmektir. Fakat tasvir, olgunun dışına çıkılmadığı için yeterli değildir. Olayın nedenini anlamak için, tasviri aşmak gerekir. Bu da, açıklama’dır. Bilimsel açıklama, evrensel genellemeleri gerektirir. Bilimsel açıklamanın ayrıca bir de mantıksal yapısı vardır. Burada genellemeye dayanan sınırlı bir aşama vardır. Buna, Çıkarım (Kıyas-Akılyürütme) denir.
*Bilimsel Teorinin Özellikleri: Bu; herhangi bir genelleme değil, olguları ve aralarındaki ilişkiyi açıklayan kavramsal bir sistemdir.
Bilimsel teori;
1-Belli bir alana ait en üst düzeyde bir zihinsel etkinliğin ürünüdür. Olgularla zihnin etkileşiminden doğmuştur.
2-Deney ve gözlem yolu ile belirlenen olgusal ilişkileri açıklar.
3-Varsayım ve hipotezden farklıdır. Teori, belli bir ölçüde doğrulanmış fakat bütünüyle kesinleşmemiş bir sistemdir. 4-Doğrulanabilen bir sistemdir. Deney ve gözlemlerle denetlenebilir.
5-Belli bir alandaki bilgileri mantıksal bir düzene sokar.
6-Kapsamı, yeni gözlem ve deneylere rağmen daima sınırlı kalır.
2 - Klasik Görüşe yapılan Eleştiriler:
a) Bazılarının dediği gibi, bilim yığılarak ilerlemez. Bazı kırılma ve iniş-çıkışlar olabilir.
b) Farklı bilimleri bir tek bilime(Fizik) indirgemek, gerçeğin değişik boyutlarının anlaşılmasını engeller. Farklı boyutları anlamak için farklı bilimlere ihtiyaç vardır.
c) Bilim, sosyokültürel ve ekonomik ortamdaki insanlığın ürünüdür. Bu şatları taşımayan toplumlar bilim üretemez.
d)Her bilimim kendine özgü bir iç işleyişi vardır ama bu işleyiş, şartlardan bütünüyle bağımsız değildir. Farklı çözümlerin ortaya çıkmasında, bilim adamlarının özellikleri de etkilidir.
e) Bilimler gelişimlerini tamamlayarak tüm problemleri çözecek yeterliliğe ulaşamaz. Şartlar ve yöntemler sınırlı olduğu gibi, zaman içinde yeni durumlar ve ihtiyaçlar da ortaya çıkacaktır.
D – BİLİM’İN DEĞERİ:
Bilimler insanlık tarihinin önemli bir sürecinde, karşılaşılan pek çok sorunu çözmede etkili olmuştur. Fakat yine de onu, hayatın tek başına yeterli olabilecek olmazsa olmazı olarak görmemeliyiz. Günümüzde bilime çok değer veren de, onu yetersiz bulup reddeden görüşler de; aslında eksik bilgi ile hareket etmektedir. Sonuçta insanlığın tüm diğer etkinlikleri gibi Bilim de insan etkinliklerinden biridir.
1-Bilimsel Bilgi ve Diğer Bilgi Türleri:
Bilimler insanlara tabiatı açıklayarak, ona hâkim olma ve ondan yararlanma imkânı sağladığı için önemsenmiştir. Aslında hayatın pek çok ihtiyacından sadece birazını karşıladığı görmezlikten gelinmiştir. Çünkü hayatta karşımıza çıkan değişik kaynaklı farklı ihtiyaçlar, bilimlerin dışındaki ilgi alanlarını da gerekli hale getirmektedir. Hepsi kendine göre önemlidir.
2-Hayatla Bilimsel Bilginin İç-içeliği:
İnsanoğlu, merak ve hayret duygusunun etkisiyle tabiattaki olayları araştırarak bilimsel bilgilere ulaşmaya çalışmıştır. Bu bilgileri daha sonra, hayatını rahat ve güvenli konuma getirmede kullanmıştır. Günümüzde artık teknik alana yönelen bilimler, pek çok alanda kolaylıklar sağlamaktadır.
ÜNİTE - IV
VARLIK FELSEFESİ: (ONTOLOJİ)
A- VARLIK FELSEFESİNİN KONUSU:
Bu alan, adından da anladığımız üzere; Varlık konusu üzerinde durmuştur. Fakat burada ele alınan varlık; sadece duyularla algılanan belli ve sınırlı bir varlık grubu değil, bunların da ait olduğu somut-soyut her türlü varlıktır. Ayrıca da; bilimlerde olduğu gibi sınırlı bir varlık grubunu belli yönleriyle değil, bütün varlıkları ve bütün yönleriyle inceler.
1- Bilime Göre Varlık:
Bilim, genel bir çerçevedeki varlığı değil; onun oluşturduğu ve sonuçları somut olarak gözlenebilen nesnel ortamı inceler. Buradaki inceleme daha çok etki-tepki ve sebep-sonuç ilişkisi türündendir.
2- Felsefe Açısından Varlık:
Önce de belirtildiği gibi Felsefe soyut-somut her türlü varlık grubunu, herhangi bir konu ayırımı da yapmaksızın bütün yönleriyle inceler. Burada belli bir varlıktan söz edilmediği için, sonuçlar da geneldir. Felsefe sadece varlıkların nelik ve içeriğini değil, onarlı meydana getiren amaç ve sebeplilikleri de inceler. Bilimler gibi sadece nesnel olanı objektif olarak değerlendirmek zorunda da olmamıştır. Bu çabada onun en çok güvendiği imkân, akıl ve zihin düzeyi olmuştur. Ayrıca sonuçlar açısından da bir ortaklık ve genel-geçerlik şartı yoktur. Felsefe, konuları bakımından genel, sonuçları bakımından da sübjektif (öznel) bir insan etkinliğidir. Bu nedenle rahatça denebilir ki; felsefe’de aynı alanda konuyu elen filozof kadar farklı cevap mümkündür ve bu da felsefi açıdan çok normal bir durumdur. İnsanlık tarihinin en başından beri insanoğlunun ve özellikle de filozofların ilk ilgi alanı Varlık olmuştur. Fakat ele alınan varlıklar durum ve özellik açısından çok geniş ve farklı olduğundan, çalışmasını ayrı alanlar oluşturarak gerçekleşmiştir.
Bu amaçla; Varlık Felsefesi içersinde varlığı incelemek üzere şu alt bölümleri oluşturmuştur:
a) Ontoloji (=Varlık Teorisi): Duyularla algılanabilen (somut) varlıklar için,
b) Metafizik (Fizikötesi) : Duyularla algılanamayıp, sadece akıl ile kavranabilen (soyut) varlıklar için.
Yeniçağ’dan itibaren pozitif(olgusal)bilimlerdeki gelişmelere bağlı olarak, soyut varlıklar alanını incelemek amacıyla ortaya çıkan Metafiziğin önemi kısmen azalmaya başlamıştır. Ele aldığı konuları ve bunları incelemede kullandığı yöntemi açısından Metafiziğe büyük tepkiler gösterilse de; bu tepkiler alanın tamamına değil, çok sınırlı belli bir bölümüne gelmiştir. Azalan önemine rağmen Metafizik; henüz bilinmeyen alanlarla ilgili yeni konular belirlemeye çalışması nedeniyle, bilimler için önemini devam ettirecek gibi görünüyor.
Metafiziğin Varlık ile ilgili Soruları:
Bu konuda ortaya çıkan birinci derecen sorular genel olarak şunlardır:
*Varlık var mıdır?
*Varlığın kökeni nedir?
*Varlık değişken midir?
*Varlığın ana maddesi(arkhe) nedir?
*Varlık tek mi, yoksa çok mudur?
*Evrende bir düzen var mıdır?
*Evrende bir hürriyet var mıdır?
Metafizik; bu ve benzeri sorularını geliştirmek amacıyla, ikinci derecen sorular da ortaya atmıştır. Artık fazla önemi kalmasa da, insan aklını kurcalayan alanlar çıktığı müddetçe metafiziğe ilgi de sürecektir
B – ONTOLOJİ AÇISINDAN VARLIK:
1- Varlığın Var Olup-Olmadığı Problemi:
Ontoloji (=Varlık Teorisi), varlığı iki açıdan ele alır: Öncelikle varlığın olup-olmadığını, sonrasında da –varsa- nasıl ve nice olduğunu inceler. İlk problem grubunda, Varlığı imkânsız görenler ve mümkün görenler şeklinde birbirine zıt iki grup ortaya çıkmıştır. Bir tarafta Hiççiler(Nihilistler), diğer tarafta ise Gerçekçiler(Realistler) şeklinde.
Hiççiler(Nihilistler); Varlığın olup-olmadığı sorusuna kesin bir dil ile ‘’yoktur’’ cevabı veren gruptur. Öncelikli gerekçeleri ise, bilgi konusunda bilgiyi imkânsız gören septikler(şüpheciler) gibi; duyuların yanıltıcılığı ve aklın yetersizliğidir. Zaten bilgi dediğimiz sonuç, varlığın incelenmesi ile elde edilebileceğinden, bilgiyi inkâr edenin onun kaynağına da karşı çıkması normal kabul edilmelidir. Burada, sadece isim değiştirmiş olarak hemen-hemen aynı grupların ortaya çıktığı söylenebilir. Felsefe Tarihinde ilk Nihilistlerden kabul edilen Sofist’ lerden özellikle Gorgias’a göre; ‘’Varlık yoktur, olsa da bilinemez, bilinse de başkalarına anlatılamaz.’’ Bu nedenle onu arayıp açıklamaya çalışmak, gereksiz ve hatta imkânsız bir çabadır. İlkçağ Çin düşüncesinden Taoculuğun kurucusu Lao Tsu’ya göre de insan, varlığın olmadığı konusunda fikir yürütme gücüne sahip değildir. Çünkü bu konuda akıl ve zihin imkânları yetersizdir. Bu nedenle yapması gereken, bu konuya hiç yönelmemektir. Dolayısıyla Taocular da nihilist düşünce grubu olarak kabul edilmektedir.
Realistler(Gerçekçiler): Varlığın olup-olmadığı sorusuna, her hangi bir yol ile anlaşılabileceğine inandığı için; ‘’Mümkündür ve vardır’’ cevabını veren düşünce gruplarının ortak adıdır. Bu düşünce grubunda olanlara göre, insanın herhangi bir yol ile bilgisine ve dolayısıyla varlığına ulaşabileceği bir varlık mümkündür. Onlara göre hem duyular varlık ortamını algılayabilir, hem de zihin bu ortamın bilgisini kavrayıp açıklayabilir. Özellikle Kritik Realizm(Tenkitçi Gerçekçilik), varlığı değişik özellikleriyle inceleyerek gerçekliğini belirlemeye çalışmıştır. Gerçekçi düşünce grupları, varlığı mümkün ve var olarak kabul ettikten sonra ise; varlığın ne olduğu sorununa yönelmiş ve bu konuda beş ayrı durum belirlemiştir: Varlığı; Oluş, İdea, Madde, Fenomen ve İdea+Madde olarak görenler, şeklinde.
*Varlığı ‘’Oluş’’ olarak görme:İlkçağ düşüncesinden Herakleitos ve yeniçağ’dan Whitehead bu gruptandır.
Herakleitos; Varlık konusu ile ilgili olarak, Ana Madde-İlk Madde (= arkhe) konusu üzerinde durmuştur. O’na göre evrenin de, varlığın da ana maddesi ‘’Ateş’’tir. Her şey ondan gelmiştir ve ona dönecektir. Ateş, evrende zıtların birliği ve bütün zıtların içinde eridiği birliktir. Varlık hangi biçime dönüşürse dönüşsün, en sonunda yine ateş olacaktır. Bu oluş ve dönüşüm, ezeli ve ebedidir. Herakleitos’a göre hayat; sürekli akıp giden bir yaratma ve değişim sürecidir. Bu değişme, geri dönüşsüz olarak süreklidir. Bu nedenle;’’Aynı ırmakta iki kere yıkanılmaz’’demiştir.
A.Whitehead da, varlığı anlamak için Doğa’yı anlamak gerektiğini söylemiştir. Bu incelemenin sonunda, Doğa’nın dinamik ve canlı bir oluş olduğu görülecektir. Bu oluşta her şey birbiriyle ilişkilidir. Her varlık, var olabilmek için bir başka varlığa muhtaçtır. İnsan da buradaki varlıklardan biri olarak, doğa’dan kopuk olamaz. O’na göre Doğa’da, kaynağı Tanrı’dan gelen, birbirine zıt fakat birbirini tamamlayan iki güç vardır: Birincisi yaratıcılık, diğeri ise sürekliliktir.
*Varlığı ‘’İdea’’ olarak görme: İlkçağ yunan filozoflarının ünlülerinden Platon (İslam filozofları arasında adı Eflatun), asıl gerçekliğin duyularla algılanan varlıklar değil, sadece aklın kavradığı gerçeklik olan İdealar olduğunu savunur. Bunlar aynı zaman dünyadaki varlıkların da asıllarıdır. İdeası olmayan veya onunla bütünleşmeyen varlık gerçek değildir. Onlar tek ve değişmezdirler. İde, kendini yansıtan varlıktan daha kapsamlıdır. Ağaç tek bir varlık iken, ağaç ideası tüm ağaçları kapsayan genel bir kavramdır. Onun öğrencisi ve bir süre izinden de gitmiş bir başka yunan filozofu olan Aristo da asıl varlık olarak ideayı görmüştür. Bu, aynı zamanda somut varlıkların form(biçim) kaynağıdır. Aristo; varlık-idea ilişkisini, yeter-sebep veya 4 sebep ilkesi adını verdiği ilke ile açıklar. Madde, Düşünce(fikir),Kuvvet, Amaç sebepleri varlıkların oluşunu belirler. Madde ve biçim, oluştan öncedir. Madde, güç=kuvvet halinde (potansiyel) bir biçim(form)’dir. Madde bir taslaktır. Asıl ve mükemmel olan; Form’dur. En yüksek derecede olan saf(katışıksız)form, maddesizdir ve mutlak mükemmelliktir. O da Tanrı’dır. Varlıkların varlık kaynağı budur. Varlık tabakaları, inorganikten organiğe doğru madde-form ilişkisi içinde dizilmiştir. Altta olan üsttekine göre madde, altındakine göre ise form’dur. İslâm düşünürlerinden Farabi de asıl varlık olarak İdea’yı kabul eder ve O’na; tüm varlıkların zorunlu varlık sebebi anlamında, Vacibü’l-Vücud adını verir. Bir Aristocu olan Farabi’ye göre Vacibü’l-Vücud, Saf Form ile eşdeğerdir. Vacibü’l-Vücud, tüm varlıkların aynı zamanda akıllarının da kaynağıdır. Bu Mutlak Akıl’dan önce bir İlk Akıl oluşmuş, bunun da çoğalıp taşmasıyla, diğer varlıklar akıl sahibi olmuştur. Taşma Teorisi(=Sudur Nazariyesi). Varlıkların akıl düzeyi, kapasiteleriyle ilgilidir.
W.F.Hegel de asıl varlık olarak İdea’yı görenlerdendir ve buna Mutlak Ruh =Geist adını vermiştir. Geist; sürekli bir oluş ve hareket halindedir. Başlangıçta yalnız kendi bilgisine ulaşma amacındadır. Daha sonra çeşitli varlık tabakalarında ardı ardına gerçekleşerek, insanda ortaya çıkar ve ‘’Akıl’’ olur. Geist; diyalektik süreçle tez-antitez-sentez aşamalarını tamamlayıp kendini gerçekleştirir. Bu duruma gelmesi, aynı zamanda gerçek hürriyetini de elde etmesidir.
*Varlığı’’madde’’olarak görme: Demokritos, Hobbes, La Mattrie ve Marx bu gruptan düşünürlerdendir.
İlkçağ yunan düşüncesinde atomcu okulun kurucusu sayılan Demokritos, varlığın asıl gerçekliği olarak atomları kabul eder. Atomlar hepsi aynı, çok küçük ve sonsuz sayıdadır. Farklı biçim ve büyüklüktedirler. Daha küçük parçalara bölünemezler. Sürekli hareket halindedirler. Çeşitli biçimlerde birleşip ayrılarak, farklı varlıkları oluştururlar. Bu hareketlilikler, boşluk(uzay)ta gerçekleşir.
Thomas Hobbes; Varlık’ı cisim (madde)’den ibaret sayar. Doğal, yapma ve ahlaki olarak 3 ayrı varlıktan söz eder. O’na göre asıl amaç, aralarında birleşip-ayrılan cisimleri incelemek olmalıdır. Bu cisim türlerinin her biri, varlıklar dünyasında farklı bir varlık grubuna karşılık gelir. Doğal=Fert, Yapma=Grup, Ahlaki= Toplum, şeklinde.
Frederich La Mattrie de asıl varlık olarak ‘’Madde’’yi kabul eder. Ruhsal olayları bile organik olaylara indirgeyerek açıklamaya çalışmıştır. Çünkü ruh da bedenin bir fonksiyonudur.‘’Karaciğer nasıl safra salgılıyorsa, beden de ruhu salgılar’’, sözü meşhurdur. Maddenin, hareket etme ve duyumlama gibi 2 özelliği vardır. Aslında bu özellik diğer canlılarda da bulunmakla birlikte, düzey olarak insan daha üstündür.
Karl Marx da madde’yi asıl varlık saymıştır. Madde bilinçten bağımsız ve onun dışındadır. Özü, harekettir. Maddenin hareketinden meydana gelen evren olmuş-bitmiş bir süreç değil, diyalektik olarak(tez-antitez-sentez şeklinde) ilerleyen bir oluşumdur. Bu düşüncesi, mekanik madde ve evren anlayışına aykırıdır. Hegel diyalektiğinden farklı olarak, temele maddeyi koymuştur. Buradaki olaylar arasında zorunlu bağlantılar vardır. Bunlar zorunlu gelişim yasalarını belirler. O’na göre düşünme bile, ileri derecede gelişmiş bir maddenin ürünüdür.
*Varlığı ‘’düşünce+madde’’ olarak görme: Bu görüşün en ünlü temsilcisi Descartes’ tır. O, başlangıçta duyulardan gelen bilgilerden kuşku duymuştur. Çünkü duyularımız bazen aldatabiliyor. Fakat bu kuşkuyu sonsuzca sürdürmemiş, sadece güvenilir bilgiye ulaşma aracı olarak kullanmış, amaca ulaştıktan sonra ise kuşku duymaktan uzaklaşmıştır. Çünkü varlığından emin olduğumuz düşüncemiz bize, bizden daha sağlam bir kaynak tarafından verilmiştir ve ona güvenebiliriz. Bütün duyu verilerini bu araç ile denetleyerek geçerliliklerini ortaya koyabiliriz. Ruh her şeyin kendisine bağlı olduğu fakat kendisinin hiçbir şeye bağlı olmadığı bir cevher(töz)’dir. Varlık, madde ve düşüncenin zıt fakat uyumlu bileşiminin sonucudur. Bu anlayışa, İkicilik (=Düalizm) adı verilir.
*Varlık’ı ‘’fenomen’’(=görüngü) olarak görme: Kurucusu ve en aşırı temsilcisi, Edmond Husserl’ dir. O’na göre asıl varlık, gözlenebilir bir nesne veya olay olan; fenomenlerdir. Aslında bu düşüncesi felsefi olmaktan çok, bilimselliğe yakındır. Bu nedenle düşüncesine, bilimsel bir yöntem adı olarak, Fenomenoloji=Görüngübilim denmiştir. O’na göre fenomen, bilincin temelindeki varlıktır. İnsan için, varlığın özü ve anlamıdır. Bu nedenle sisteme Özbilim adı da verilir. Öz varlıktan öncedir ve fakat tek-tek varlıkların algılanmasıyla anlaşılır. Varlığı anlayabilmenin yolu, fenomeni anlayabilmektir. Bunlar zaman ve mekânla sınırlı değildirler. Rastlantısal olmadıkları gibi, hiçbir şeye de indirgenemezler. Aynı Platon’un İdeaları gibi, varlığın kopyası değil, asıllarıdır. Husserl, fenomenleri;
a) Bir şeyin durumunu gösteren içerikli özler ve
b) Boş şekillerdeki içeriksiz özler (soyut kavramlar ve önermeler gibi) olarak 2 gruba ayırmıştır.
(*)Husserl, bu konuda ortaya çıkan benzer düşüncelerden daha başarılı olduğu inancında olmuştur.
‘’İNSAN ZİHNİNİ KURCALAYAN SORULAR VAR OLMAYA DEVAM ETTİĞİ SÜRECE,
FELSEFE DE VAR OLMAYA DEVAM EDECEKTİR.’’
|